Umuda Yolculuk, Pazarkule Sınır Kapısı
Özgürlük o kadar pahalı ki; dünyanın tüm paraları özgürlük kadar değerli değildir.
Şubat ayının son günlerinde, rejim güçleri tarafından gerçekleştirilen hain saldırı ile 38 vatan evladımızı kaybetmemiz ve sonrasında artık sınır kapılarını açtığımızı açıklamamız ile birlikte, Avrupa’ya geçmek isteyen mülteciler, Ege adalarına ve sınır kapılarına yığılmaya başladılar.
Sosyal medya ve TV kanallarından takip ettiğim kadarı ile mülteciler akın akın Pazarkule sınır kapısına gidip, oradan Yunanistan’a geçmek için yollara düşmüşlerdi. Ben de Cumartesi gecesi ani bir karar ile, Pazar günü Pazarkule’ye gidip mültecileri fotoğraflamak istedim.
Pazar sabahı 6 gibi çıktım yola. Yaklaşık 3 saat sürün yolculuğum sırasında anormal hiçbir şey ile karşılaşmadım. Haberlerden izlediğim kadarı ile otogardan bir sürü otobüs yola çıkmış, taksiler yüksek ücretlere sınıra mülteci taşıyor gibi haberler vardı ama yol genel anlamda boştu diyebilirim.
Edirne’ye vardığımda saat sabah 9 civarlarındaydı. Hiçbir yere uğramadan direk sınır kapısına geçmek istedim. Sınır kapısı şehir merkezine çok yakın; arabayla 5-10 dakikalık uzaklıkta. Acaba durum nedir, mültecileri ne zaman görmeye başlarım diye düşünürken, sınıra yaklaştıkça sınıra yürüyen her milletten mülteciler ile karşılaşmaya başladım.
Sırtına çantasını, yatağını alan yüzlerce mülteci sınıra doğru yürüyordu. Aracımı yolun kenarına çekip ilk fotoğraflarımı burada çektim. Mültecilerin çoğu yorgun görünmekle birlikte büyük bir çoğunluğu yanımdan geçerken zafer işareti yapıp, gülümseyip el sallayanlardı…Yüzlerinde garip bir umut ve mutluluk vardı nedense.
Karşıya geçebileceklerinden ve geleceklerinden ne kadar emindiler bilemiyorum ama, yüzlerindeki o umudu gördüğüme sevinsen mi, üzülsem mi karar veremedim ilk etapta. Sonuçta yıllardır misafir ettiğimiz insanların “Ben yedim Allah artırsın, sofrayı kuran kaldırsın” edası ile davranmaları açıkcası zoruma gitmişti diyebilirim.
İlk fotoğraflarımı çekip sınıra doğru yoluma devam ederken, kucağınca 3-4 yaşlarında muhtemelen torunu olan yaşlı bir kadın görünce, dayanamayıp isterse sınıra kadar arabam ile götürebileceğimi el-kol hareketleri ile anlatmaya çalıştım. Teklifimi kabul edip arabama bindikten 40-50 metre sonra yolun kenarından yürüyen bir grubu görüp durmamı rica etti. Sanırım akrabalarından oluşan bu grup içinden 4-5 çocuğu daha arabama alıp, sınıra doğru yolumuza devam ettik.
Arabamda bir yaşlı kadın, 5-6 çocuk ile sınıra doğru giderken, kaçakçılara benzemiştim ama inanın insanları o halde görünce içinizdeki yardım etme isteğini durduramıyorsunuz.
Sınır kapısına 2km kala polis noktasında durdurulduk. Görevli memura fotoğrafçı olduğumu, sınıra gittiğimi, yaşlı teyzeyi de yolda görüp üzülüp arabaya aldığımı söylediğimde benim devam edebileceğimi ancak teyze ve çocukları indirmem gerektiği söylendi. Ben de mecbur teyze ve çocukları indirip sınıra doğru devam ettim.
Sınır kapısında ise bu sefer jandarmanın kontrol noktasına takıldım. Buradan ileriye geçemeyeceğim söylendi burda da…Baktım sağımdan solumdan mülteciler rahatça geçiyorlar, ben neden geçemiyorum dediğimde onlar mülteci sen değilsin cevabını aldım. Dedim belki ben de iltica etmek istiyorum, neden beni engelliyorsun?
Velhasıl kontrol noktasından geçemedim ama, tarlalardan sınıra yürüyen mülteciler ilişti gözüme. Ben de takıldım onlara, sınıra kadar hem onlara eşlik ettim, hem de fotoğraflarını çektim.
Bir şekilde sınıra ulaştığımda ise tam bir insanlık dramı ile karşılaştım diyebilirim. Onlarca milletten bir sebepten ülkelerinden kopmuş, kaçmış binlerce insan umutla kapıların açılmasını bekliyorlardı. Kurdukları derme çatma çadırlarda 2-3 gün boyunca hem soğuk ile hem açlıkta mücadele ediyorlardı.
Ortam o kadar karışık ve düzensizdi ki; ağaçlara çıkıp odun kesenler mi, çocuğunu kucağına alıp ısıtmaya çalışanlar mı, yorgunluktan bitap düşüp bir köşede uyumaya çalışanlar mı dersiniz…Bu keşmekeş içinde hem ortamı çözmeye çalışıp hem de fotoğraf çekmek başlarda biraz zor gelmedi desem yalan söylemiş olurum. Orada zaman geçirdikçe gördüklerinizin kurgu veya film sahnesi değilde, hayatın acımasız bir parçası olduğunu fark ettiğinizde insanın gerçekten içi acıyor.
Ama madem buralara kadar geldim, bari belge niteliğinde fotoğraflarım olsun diyerek başladım kalabalık içinde dolaşmaya…
Fotoğraf tarzım gereği fotoğraf çekmeden önce imkan bulabilirsem öncelikle fotoğrafını çektiğim kişilerin hikayelerini duymak isterim. Bunu fotoğrafım iyi olsun diye değil, gerçekten karşımdaki insanlara önem verdiğim için ve merak ettiğim için yaparım. Neler neler dinlemedim ki onlardan;
Mesela bir İran’lı aile ile tanıştım…Anne İngilizce, baba Fransızca öğretmeniymiş. İran’dan siyasal sebeplerden ötürü kaçmak zorunda kalmışlar. Baba İstanbul’da bir köftecide 4-5 ay boyunca ayda 1200TL’ye çalışmış, son ay patrondan dayak yiyip parasını bile alamamış. Son çare olarak sınır kapılarının açıldığını duyduklarında avrupada yaşayan akrabalarına ulaşabilmek için 1,5 aylık kızları Filiz’i de yanlarına alarak düşmüşler yollara. Anne “Artık dönemeyiz İran’a, hapse atarlar bizi” demişti laf arasında.
Ben de beyaz yaka tabir edilen biriyim. Eşim ve ben üniversite mezunu insanlarız ve 2 yaşında bir kızımız var. Bu ailenin hikayesini dinlediğimde, acaba başlarına gelenler bizim başımıza gelse ben ne yaparım diye düşünüp, kızım için üzülmüştüm. Allah kimseyi sevdiklerinden ve vatanından ayrı kılmasın. Bazı şeylerin değerini kaybetmeden öğrenmek lazım…
Bir Suriye’li genç ile konuştum mesela…”Abi bize neden savaşmıyorsunuz, memleketinizi kurtarmıyorsunuz diye soruyorlar” diyor. “Bizim memlekette senelerdir savaş var. Babam, amcam, abilerim hep savaşta öldüler. Hem de kim için ve neden savaştıklarını bilmeden, senelerce…Şimdi ben kimin için savaşayım abi, bana bir şey olursa çocuklarıma kim bakar?” Hadi şimdi burdan yak. Haksızsın diyebilir miyiz sizce?
Bir Afganlı genç yanaştı yanıma, kapı açılır mı diye sordu. Dedim zor…”O zaman ben yine dereden geçeyim yunana” dedi. Meğer geçen gün Meriç nehrinden arkadaşı ile yüzerek karşıya geçmişler. Yunanistan polise de bunları yakalayıp, bir güzel dövüp geri göndermiş.
Mültecilerin arasında hem fotoğraf çekip hem de hikayelerini dinlerken en çok gözüme batan şey çocuklar olmuştu. İnanın hemen hemen hepsi hastalardı ve iyi beslenemiyorlardı. Devlet yardım amaçlı yiyecek içecek dağıtıyormuş ancak o keşmekeş içinde kim ne kadar alabiliyorsa alıyormuş ancak. Yemek ihtiyaçlarını şehir merkezine giderek karşılayabiliyorlar ancak mesafe gerçekten uzak ve kimse ailesini ve sınırı bırakmak istemiyor.
Akşamları da ayrı bir dert oluyormuş. Trakya soğuğunu bilenler bilir. Geceleri çok soğuk oluyormuş. Zaten birçok çadırda ateşler dışarıda değil, içeride yakılıyor soğuk yüzünden. Hatta bir ara bir anne yanaştı yanıma battaniye bulup bulamayacağımı, varsa biraz da süte ihtiyacı olduğunu söylediğinde artık fotoğraf çekmenin bittiği anladım.
Bu insanların yardıma ihtiyacı vardı…Ben de pek çoğumuz gibi ülkemin Suriye’li dolmasından hoşlanmıyorum ancak benim şansıma mıdır bilemiyorum; orada konuştuğum her göçmen bilinçli ve az çok okumuş insanlardı. Yardımım dokunur umuduyla makinamı çantaya koyup, şehir merkezide gittim ben de…Amacım biraz süt, mama ve bulabilirsem battaniye satın alıp yardım etmekti.
Edirne merkeze vardığımda gördüğüm ilk bakkala girip, bir koli süt ve biraz da mama aldım ancak battaniye satan bir yer bulamadım ne yazık ki. Elimden bu kadar geliyor diye düşünüp sınır kapısına geri dönmek üzere yola çıktığımda, sabah yaşlı teyzeyi indirdiğim polis noktasında yeniden durduruldum ve ne yazık ki geçişlerin kapandığı ve içeride olanlarında dışarı çıkarılacağı gerekçesi ile içeri alınmadım. Ben de satın aldıklarımı orada bulunan göçmen bürosu arabasına teslim edip, İstanbul’a doğru yola koyuldum…
Yol boyunca durmadan fotoğraflarını çektiğim erkek ve kadınların ama en çok çocukların geleceklerini düşündüm…Ah be adaletsiz dünya dedim, neden…neden ya? Bakmayın siz televizyonlarda izlediğiniz, haberlerde gördüklerinize…Ben orada o insanlara dokundum, gözlerinin içine baktım konuşurlarken. Yaşadıkları acıyı, açlığı, korkuyu, az da olsa hissettikleri umudu gördüm…
İçlerinden hiçbiri buralara kadar macera olsun diye gelmemişler. Haklı yada haksız da olabilirler. Ben bunla da ilgilenmiyorum…Burada salt, en temiz manası ile, insanlıktan ve insan olabilmekten bahsediyorum.
Kendimize ait olduğunu ve hakkımız olduğunu düşündüğümüz insanlık ve yaşama hakkının, bu insanlar gibi bazılarının ellerinden nasıl, neden ve kimler tarafından alındığını düşünüp, isyan ediyorum…
Allah hepsine tek tek yardım etsin…